Ahmet Arslan/İlk Çağ Felsefesi
Ekrem Akurgal/Anadolu Medeniyetleri
Mustafa Kemal/Nutuk
Ömer Hayyam/Rubailer
Mehmet Akif Ersoy/Safahat
Tevfik Fikret/Rubabi Şikeste
Yahya Kemal Beyatlı/ Kendi Gök Kubbemiz
Abdülhak Hamid Tarhan/Makber
Faruk Nafiz Çamlıbel/Han Duvarları
Yakup Kadri Karaosmanoğlu/Yaban
Adnan Adıvar/Tarih Boyunca İlim ve Din
Aksak Temir, yalnız büyük Türk şâiri Abdülhak Hamid tarafından başka bir görüşle mütalâa edilmiş ve kendisine hak verilmiştir. Hamid'in "Kambur" adı altında birleştirdiği bir eseri vardır: İlhan, Tarhan, Tayıflar Geçidi, Ruhlar, Arziler. İlk ikisi dünyada, üçüncü ve dördüncüsü uhreviyet âleminde, sonuncusu yine dünyada geçen ve birbirinin zeyli olan bu eserlerin üçüncüsünde Aksak Temir'in ruhu da konuşmaktadır. Eserlerin başkahramanı olan Kambur, Hamid'in kendisidir. Şâir bütün fikirlerini, felsefesini, her şeyini ona söyletmektedir. Kambur'un kendisi olduğunu bizzat tasrih ediyor.
Fakat Lüsyen (Abdülhak Hamid Tarhan'ın eşi) sonraları, kendi isteği ile, hiç olmaz ise kısa bir müddet için çarşafa giriyor. Bunun izahını yine Lüsyen'den dinleyelim:
-Bebek'ten alışveriş etmek için Beyoğlu'na gidiyorduk, bana gayet temiz ve şık bir payton kiralıyorlar ve yanıma iki çarşaflı kalfa veriyorlardı.
Biz Beyoğlu'nda en şık dükkân ve mağazalardan alışveriş ediyorduk. Bu dükkân ve mağazaların sahipleri ve satıcıları ya ecnebi veya ekalliyetten olmalarına rağmen, çarşaflı kalfalara, ben Avrupalı bir kadından çok daha hörmet ve riayet ediyorlardı. Aldığımız eşyaların paketlerini, taşımak için "buyrun Matmazel" diye bana veriyorlardı.
Böylece, anlamıştım ki, İstanbul'da hörmet ve riayet görmek için kadınların çarşaf giymeleri lazım... Ben de artık çarşaf giymeye başlamıştım.
Celal Şengör'ün önerdiği kitaplar:
İlkçağ Felsefe Tarihi – Ahmet Arslan
Anadolu Uygarlıkları - Ekrem Akurgal
Nutuk – Mustafa Kemal Atatürk
Rubailer – Ömer Hayyam
Safahat - Mehmet Akif Ersoy
Rübâb-ı Şikeste – Tevfik Fikret
Makber – Abdülhak Hâmid Tarhan
Yaban – Yakup Kadri Karaosmanoğlu
Hayvan Çiftliği – George Orwell
Frankenstein – Mary Shelley
Savaş ve Barış - Lev Nikolayeviç Tolstoy
Gelelim meseleye. Hatta gelmeden önce yanlış bir yoruma mahal vermemek için niçin Sadettin değil de Sa'düddin dediğimi izah etmeliyim.
Celal Hoca oğluna böyle seslenirmiş: Sa'düddin. Hoca merhum biliyor tabii: lisanı, manayı, aradaki üç harfle neyin nerelere kurban gittiğini. Onun için oğlunun ismini bu şekilde telaffuz ediyor. Osmanlı bakiyesi zevat her şeyiyle ayrı bir güzel...
Abdülhak Hamîd Tarhan, harf inkılabından sonra ismi 'Hamit' diye yazılmaya başlayınca dostlarına dert yanarmış: "Âhir ömrümüzde ismimizin sonuna bir ham bir de 'it' getirdiler"
Abdülhak Hamid Tarhan, ölen eşi Fatma Hanım için ‘Makber’ şiirini yazdıktan çok çok kısa bir süre sonra başka bir kadına aşık olup o kadına da şiirler yazmıştır. Tarhan, Don Juanlığın temsilidir. :)
“Eyvâh! Ne yer, ne yâr kaldı,
Gönlüm dolu âh ü zâr kaldı.
Şimdi buradaydı gitti elden,
Gitti ebede gelip ezelden.
Ben gittim o hâksâr kaldı,
Bir kûşede târumâr kaldı.
Bâkî o, enîs–i dilden eyvâh!
Beyrût’ta bir mezâr kaldı.”
-Abdülhak Hamid Tarhan